26 Şubat 2011 Cumartesi

BAŞLIĞI HER ZAMAN ÖNCE ATIYORUM AMA YİNE DE BİLMİYORUM NEYE BAŞLADIĞIMI

            Uzun zaman olmuş yazmayalı.. Uzun zaman olmuş kalemimdeki gözyaşlarını, büyük boy aslında o kadar da büyük değil sadece hayata biraz bol gelen hafif yağlı silgi izlerinin üzerinden hiç gitmediği, bir kağıda dökmeyeli. O çok büyük olmayan ama yine de hayata oldukça bol gelen kağıdın içinde silgi izleri arasında kaybolmayalı öyle çok vakit olmuş ki kaybolmayı unutmuşum... Ne zaman kaybolmaya çalışsam hep önce ben sobelemişim kendimi ve hep ben ebe olarak kalmışım o silgi izlerinin bir türlü ortaya çıkmadığı, hayata oldukça bol gelen bu oyun alanında. Yazım kötüleşmiş kalemimi yazmak için elime almayalı, başka şeyler için elimden düşmesede.. Ve yalnızlık biriktirip durmuşum, yazmak için kullanmadığım ama yine de elimden hiç düşürmediğim kalemimde.. Öyle dolmuş ki kalemim bıraksan bütün silgi izlerini bulacak ve yeniden üstünden geçecek kendi başına.. Zaten bu yüzden, hiç bir kalem başı boş bırakılmaya gelmez ya...
            Beynim bir yığın gerekli gereksiz konuyla, bir yığın gerekli gereksiz anıyla ve insanla dolmuş taşmış bu geçen zamanda, elim bunların hepsinin aynı yazıya sığmayacağını biliyor, ama kalemim hepsini aynı yere yazmayı istiyor inadına. Kağıdın aslında ne kadar büyük olduğunu göstermek istercesine... Tarih boyunca, ne gelmişse insanlığın başına “büyük” ile başlayan sıfat tamlamalarından gelmiştir zaten.. Büyük egolar, büyük hırslar, büyük beklentiler, büyük ......!, büyük kağıt..... Bu liste böyle uzayıp gider. Hatta büyük hayalleri bile katabiliriz bu listenin içine. Çünkü büyük hayaller büyük hayal kırıklıkları da demektir aynı zamanda.. Ve belki de şu bahsettiğimiz silgi izleri, hayal kırıklıklarımızın bir yansımasıdır bu “büyük” kağıda...
            “İnsan insanın kurdudur” demiş zamanın birinde birileri, külliyen yalan... İnsan kendinin kurdudur aslında.. Evet tüm kompleksleriyle, tüm paranoyaları ve paradokslarıyla, tüm varsayımları ve aslında sürekli kendini kandırmak için kullandığı yalanlarıyla her insan kendinin kurdudur. Ve etrafına ördüğü kalın duvarların ardındaki kendi hapisanesinde yer bitirir, kimseye en başta da kendine farkettirmeden, kendini... Bunun içindir ki her insan mutlaka kurtulmalıdır kendinden, başkalarından öte kendiyle muhatap olmamalıdır. Çünkü hiç kimse vermez kendinin verdiği zararı kendine... Bu kendinden kurtulma işi öyle basitçe bir işte değildir tabi.. Her insanın farklı kaçış yolları vardır kendinden, kimisi yolculuk ederek kaçar mesela, kimisi daha büyük hayaller kurarak, kurduğu bu büyük hayallerin daha büyük hayal kırıklıkları getireceğini bilmeden, kimisi sarhoş olarak kaçar ve belki de başka bir tenin kokusuna sığınarak uzaklaşır kendinden, kimisi ağlar hem de “anne” diye ağlar sanki hiç büyümemiş hep o annesine muhtaç çocukmuş gibi annesine sığınmak ister çünkü kendinden kaçıp, çünkü annesi bilir sadece o çocuğun kendinden önceki kendini, kimisi de yazar, kaybolmayı seçer o hayata oldukça bol gelen kağıdın üzerinde, silgi izlerinin ve kelimelerin arasında.. Bazısı da “anne” diye ağlayarak yazar, o çok sevdiği varlığın, kendinden önceki kendini bilen o insanın kolları altında yeniden huzur içinde uyuyabileceğini düşünerek, annesinin doğumgününde...
            İyi ki doğdun ANNE ve iyi varsın...



                                                                Yusuf Demirtaş – 15.08.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder