Tanıktır büyüyüşüme -bu-
acemi öykücünün (güvenmiyorum, acemi kalacak muhtemelen) “ışıksızlıkta” yazdığı
-bu- öykü benzeri şiir, şiir benzeri -bu- öykü… Az “ışıklı” bir tren
istasyonunda yirmiüç dakika daha bekleyebilmek için kasten kaçırdığım, bana
ergenliğimin otomatik kapısız yolculuklarını hatırlatan, şimdilerde içinde
envaiçeşit elektronik cihaz (ve hala korkulu yüzler) barındıran banliyö
trenleri tanıktır. Mesela o -hep- önünde durduğum gazete satmayan büfe ve -hep-
sağ çaprazımda kalan -hep- yere bakan, aslında hiç bana bakmayan uzun siyah
saçlı kız tanıktır. Çok uğraşıp aynı vagona binelim diye, kimi zaman fren
noktasını kaçıran “huzursuz” makinistler yüzünden aramıza giren hava boşluğunun
hayal kırıklığı tanıktır. Kaç kez aşık oldum bilmiyorum yeterince “karanlık”
vagonlarda, o sürekli vagonun bitiş noktasında, arkasını demir soğukluğa
yaslayan ve asla başını kaldırmayan uzun siyah saçlı kıza… Ve tabi unutmadan..istasyon
merdivenlerinin bitiminde yeri değişmeyen, nacar sponsorluğunda “devlet
güvenilirliğini” simgeleyen koca yuvarlak demir yolları saati tanıktır
büyüyüşüme ve şimdi söyleyeceklerime…
-Çok- yolculuk ettim -çok-
araçla ancak -çok- “huzursuz” havası olan az “ışıklı” tren istasyonları ve
başını aslında hiç kaldırmayan bir kıza aşık olabilecek kadar “karanlık”
vagonlar sorumludur bencil romantikliğimden… O kadar -fazla- gitmiş olmalıyım
ki bir yerlerden, en sonunda dönecek o kadar da -fazla- bir yer bulamamanın ve
her yere -fazla- gelmenin ağırlığı sebeptir gereksiz gerçekçiliğime…
O uzun siyah saçlı,
gözlerini bir türlü göremediğim kız öğretti bana yarım kalmışlığı, hayal
kurmayı ve tabi ki ergence platonik aşkın, eve varır varmaz, su sesiyle karışık
şehvetini… Bir varmış bir yokmuş diye başlayan masallarda -sürekli- var olanı
arayandım büyürken..muhtemelen bu yüzden yetinmeyi bilmedim. Otomatik kapısız
ve yetersiz “ışıklı” bir trenin ısrarla en arkasına geçen ve -sürekli- yere
bakan bir çift gözü görebilmek ümidiyle, kimsenin tercih etmediği o ters giden
koltuğa oturan ve -sürekli- bir şeylerin kendinden uzaklaşmasını seyredendim
büyürken..muhtemelen bu yüzden yaklaşmayı da bilmedim. -Aynı- gazete satmayan
büfenin önünde, -aynı- uzun siyah saçlı kızla, -aynı- otomatik kapısız
yolculuğu bekleyendim ben..ihtimaldir ki, bu yüzden de vazgeçmeyi bilmedim
kesin saydığım kendi doğrumdan…
Tanıktır büyüyüşüme –uzun zaman
sonra- hala az “ışıklı” bu tren istasyonunda beklediğim otomatik kapılı
yolculuk ve envaiçeşit elektronik cihazlı, yeterince “aydınlık” banliyö vagonu…
Tam önünde durduğum artık gazete satan büfe ve sağ çaprazımdaki uzun siyah
saçlı, koyu kahverengi gözleri olan kız tanıktır…
Koyu kahverengi gözleri
olan kız… Tanıktır… -SON-
Yusuf
Demirtaş