30 Eylül 2013 Pazartesi

ÖYKÜ ÇABALAMALARI - 5

YOK.

Gece. Gözlerin. Sessiz. Yokluğun saklanmış olmalı uykusuzluğuma, bulmalıyım. Bulmam lazım, korkuyorum. Çok basite aldık dünyayı biz büyürken, küçümsedik. Yavaş ömürlerimizi aynı ipe dizdik üstelik, otuziki ya da otuzüç tam saymadım… Tam saymadım belki otuzdört. Heveslenme hemen, parlatma gözlerini, bizimkinden dua çıkmaz. Çıkmadı sen de biliyorsun, kabul olmadı ya da… Sen ettin mi bilmiyorum, ben pek dua etmem. Ben düşünürüm, “O” anlar. Daha kolay öylesi saymaya da gerek yok otuziki, otuzüç… Dur! Sakın parlatma gözlerini, korkarım. Güzellerdir çünkü… Yani güzeller biliyorum. Üşüdüğümden biliyorum. Otuzdört! Hayır.. doğrusu otuzüç onun, kabul olmayacak, sen de biliyorsun. Bir de.. açma gözlerini, bu karanlık iyi böyle… Şurada bir yerlerdedir yokluğun bulmalıyım! Dedim sana; biz çok küçümsedik dünyayı. Hiç mi yoktu çevremizde bize kızılderili atasözleri söyleyecek birileri.? Şöyle dumanlı bir gecede mesela, kısık, esrarengiz sesiyle ve fazla votkadan göz teması kurmadan diyemez miydi kimse bize; “bu dünya aslında boş, sen ve yokluğun varsınız o kadar!” diye… Sahi, güzel miydi gözlerin o kadar? Neyse… Üşüyorum, kapatalım gözlerini…

Gece. Karanlık. Sessiz. Korktuğumdan değil, en belasını bilirsin korkularımın, korkak cesurlardanımdır ben. Ama inan, bulmalıyım! Dur! Vazgeçtim. Sakın inanma! İnanma çünkü soğuk oluyor burası. İnanma çünkü inanılacak hiçbir şey yok aslında dünyada. Neye inanılması gerekiyorsa daha önce kızılderililer hepsine inandı. Lüzum yok bize… Hem sen de biliyorsun, bu dünya aslında boş. Bir sen varsın, bir ben, bir de yokluğumuz. İnanmayalım o yüzden… Daha çok dua ederiz sonra, dualarımız kabul olmaz sonra yine “O” nu suçlarız. Hâlbuki “O” en masumumuz, bütün kabahat otuzikinin. Biraz daha bekle n’olur, şimdi bulurum. Ihlamur yaparım sana istersen, bal da koyarım içine. Ne güzel de kokar dumanı tüterken taze ıhlamur. Uykun gibi kokar. Eskiden. Yani dünya daha basitken. Gözlerinin kapalı olmasına tahammül edebildiğim tek zamandır taze ıhlamur kokusu, sen bunu bilmezsin. Dedim kaç kere; otuziki değil, otuzüç! Otuzdörtse zaten kafa karışıklığı… Ama sayma sakın kabul olmayacak. Hem yanlış dizilmiş dağılmaya çok müsait. Bulacağım inan… Ya da inanma, çok soğuk oldu burası çünkü… Lütfen kal biraz daha… Biraz daha inanmayalım.

Gece. Karanlık. Sesin. Sesin çok uzak. Olsun... Ben duyarım yine de… Can kulağıyla dinlerim seni. Biliyorsan söyle, bulmalıyım. Bilmiyorsan da söyle… Sen söyle, ben bilirim herkesin yerine. Kızılderilileri sorma, onlar zaten biliyordur. En çoğunu onlar bildiği için ilk önce onlar gittiler, sen de bunu biliyorsun. Sen söyle… Sesin uzak ama duyarım. Can kulağıyla dinlerim seni. Sesin yaprak hışırtısı gibidir çünkü kavak ağaçlarının. Sesin bu dünyada rüzgâra karşı koyabilen tek isyandır. Bak bunu bilmez kızılderililer. Bilselerdi gitmezlerdi. Keşke ben de bilmeseydim. Gitme sakın! Otuzüç doğrusu bunu da biliyorum. Otuzdördün konuyla bir alakası yok. Yok demişken… Dur! Dua etme. Bulamıyorum. Ya da et. Rüzgâr var, sesini duymalıyım...

Sabah. Karanlık. Sessiz. Eskitemediğim ne varsa çıkardım ortaya, sahipsizliğimi çıkardım. Ama yok. Bulamıyorum yokluğunu. Hiç yardım da etmiyorsun üstelik. Hâlbuki biz seninle aynı ipe dizilmiş, dağılmaya çok müsait, -yanlış- otuzüçtük. Bir sen vardın bu dünyada, bir ben, sonrası yokluğumuz… Kızılderililer çoktan terk etmişti buraları. Arkalarında bir yığın söz, o sözleri söyleyecek kısık sesler ve fazla votka bırakarak terk etmişlerdi. Yaşamak basitti, dualar kabul edilebilir. Otuzikiler suçlu, otuzdörtler başıboş ve tüm ballı ıhlamurlar tazeydi o zamanlar. Şimdi sabah artık. Ve eskitemediğim her şey meydanda. Bir yerde  korkularım var ama orası çok karanlık. Yanı başında umut ve kaygılar... Satranç oynamaktalar... Umudun kaleleri düşmüş, vezirini yitirmiş kaygılar son hamlede. Dur! Sen yine de kal lütfen. Haklısın… Hangi otuzüç doğru bulamadık ama biz seninle, kendi yanlışlığımıza bakmadan, tüm suçlu otuzikilere ve konuyla hiç alakası olmayan otuzdörtlere kafa tutan otuzüçtük… Gözlerin cesaretti, sesin umut. Yokluğunsa…

Neyse... Sabah oldu. Yokluğun, yok.  


Yusuf Demirtaş