26 Şubat 2011 Cumartesi

BİTTİĞİNİ SANDIĞIN TÜM MASALLAR UYUDUKTAN SONRA DEVAM EDER ASLINDA

En kolay yalan söyleme şeklidir bir cümleye “bir varmış, bir yokmuş” diye başlamak. Ve en inandırıcı yalanlar cümleye böyle başlandığında söylenir hep... Pireler cellat olup adam keserler bu yalanlarda, develer ise atı alıp çoktan üsküdarı geçmişlerdir. Biri çıkar bir beşik sallamaya başlar “tıngır..” “mıngır..” başka biri uyumaya başlamıştır bile o beşiğin içinde... Aslında en büyük günahı, yalan söyleyen değil, inanmayı seçen işler. Çünkü bir irade meselesidir inanmak... İnsan da, kendi hür iradesiyle kendi kendini kandırma yeteneğine sahip bir varlıktır. En büyük hatayı da yine kendisini yargılayacak bir “Tanrı”yı bekleyerek yapar zaten, yaşadığı her an kendi kendini yargılayan ve sürekli mahkum eden “adem”oğlu...
            Sonrasında ise, en iyimser yüzüyle başlar ümit etmeye... En iyimser masalları anlatır aynanın karşısında... Sonunda iyilerin mutlaka kazandığı masalları.. içinde “ilahi adalet”in olduğu masalları... Ve uyuyuncaya kadar dinler, o masalların uyuduktan sonra da devam ettiğini bimeden...       
            “Zaman her şeyin ilacı” imiş yine fazlasıyla “iyimser” bir alimimize göre...Bu da yalan.. Hatta ne yalanı bu da masal... Zaman sadece boş vakitlerini muntazam şekilde kin tutarak geçiren, insanoğlunun ilacı olabilir. Beklemeyi öğretir zaman.. hem de ne kadar bekleyeceğini bilmeden beklemeyi... Düşünmeyi öğretir bir de, istisnasız her fırsatta kendisini “düşünen bir varlık” olarak tanımlayan ama bir türlü düşünemeyen, insana... Ve tabi kin tutmayı öğretir... Hatta en önce bunu öğretir. Nasıl güzel kin tutulacağını fısıldar kulağına... İşin en garip yanı da; yine aynı “zaman”, kin tutmamayı öğretir bu ilk öğretisinin hemen ardından. İşte tam burada değişik tepkiler vermeye başlar, kendisini sürekli “düşünen bir varlık” olarak tanımlayan ama “düşünebilmeyi” zamanla öğrenen insan... Kimi ilk öğretisine hemen uyduğu gibi ikinci öğretisini de kolay kabullenir zamanın ve kendi “hür iradesiyle” ilahi adaletin var olabileceğine inanmayı seçer. Kimisi ise; başka bir masala inanarak kabul etmez bu son öğretiyi, sadece kendine inanması için diğerlerine göre daha fazla “zaman”a ihtiyacı vardır o kadar. Çoğunlukla kötülerin kazandığı ama sonunda kimin kazanacağının bilinemediği bir dünyada bu durum pekala hoşgörülebilir... Bazısı da o kadar güzel kin tutmuş, kin tutan kendini o kadar sevmiştir ki, kin tutmamayı kaldıramaz..Varolabilmek için sürekli kin tutmaya ihtiyaç duyar.
            Zamanın bu “ilaç etkisi” karşısında nasıl davranmayı seçmiş olursa olsun insanoğlu, yine de dinleyemez hiç bir masalın sonunu... Çünkü o kadar kibirlidir ki... Kendisi uyurken devam eden bir yaşamı asla kabul etmez. Her şeyi bilmek ister, her ayrıntıyı bilmek... Her şeyi de bildiğini zanneder zaten... Halbuki; hayat, sen uyurken yaşananlardır aslında... 
            Masalın sonu mu...
            Birlikte yaşayan o güzel ülkede iç karışıklıklar çıkmış, iyi kalpli kral devrilmiştir. Kralın güzelliği dillere destan kızı ise burnunu düzelttirirken, ameliyat sırasında masada kalmış, çalışkan cüceler “boy kompleksi”nden dolayı psikolojik destek almaya başlamış, Beyaz Atlı Prens attan düşüp felç olmuştur. “Beni öp..!” diye ortalarda dolaşan kırmızı yanaklı kurbağanın akıbeti hepsinden de acı...


                                                                   Yusuf DEMİRTAŞ – 22.12.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder